
En son üzerinden aylar geçiyor…
En son aramıyor, sormuyor, unutulamıyor, acısı hafifliyor ama hiç bitmiyor…
Derken birisi geliyor, yaklaşmaya çalışıyor ama fark edilmiyor. “En son”un kapının arkasına dayamış olduğu sandalye, kapının açılmasına izin vermiyor. “En son”un pencereye çekmiş olduğu kalın perdeler, pencerenin önündekini görmeni engelliyor.
O biri sürekli pencerenin önünde dolaşıyor, kapıyı kurcalıyor ve birden kalbinin içine giriyor. İçerisi havasız, içerisi karanlık, içerisi umutsuzluk kokuyor. Perdeleri aralıyor, ortalığı temizliyor ve camları açıyor. Kalbin, unuttuğu temiz havayı, çiçek kokusunu tekrar duyuyor…
“Bak” diyor… “Dışarıda bir hayat var. Artık “en son” yok. Ben varım. “En son” benim…”
Kalbin artık “en son”u unutmaya çalışmıyor, çünkü neredeyse hatırlamıyor. Artık yeni “en son”a odaklanıyor, onun için yaşıyor, onu kıskanıyor, onsuz olamıyor… Bundan önceki “en son”a kızamıyor ve hatta umursamıyor bile…
Kalp, son “en son”un kokusuna alışıyor. Başka koku almıyor. Tüm çiçekler, yastık, yatak, yorgan, havlu, yemekler, ekmek,… güzel olan her şey son en son kokuyor.
Ne de güzel kokuyor…
Sonra en sonun kalbi, “insan” olduğunu hatırlıyor…! Her şeyin güzel gitmesinden korkmaya başlıyor…!
“Ya biterse, ya bozulursa, ya başkası elimden gelip alırsa, ya ölürse, ya kalırsa,…” derken, en başarılı olduğu şeyi, bugüne kadar hep yaptığı şeyi, kusursuz olduğu şeyi yapıyor…
Mahvediyor…
Bir gün perdeyi kapatıyor, karanlığı hatırlamak istiyor…
Ertesi gün, “en son”una kapıyı açmıyor, yalnızlığı hatırlamak istiyor…
“En son” bakıyor ki, hep mutlu olmak, hep güneş, hep temiz hava olunca; bunlar, en güzeller bile keyif vermemeye başlıyor.
En güzelleri unutmak için, bir unutup bir hatırlamak için, tekrar özlemek için, tekrar hasret için; “en son”unu mahvediyor. Sonra tekrar her şeyi düzeltiyor.
Ve sonra bu gidip gelmeler, şiddetini artırarak; acıdan sonra mutluluğun geleceğine emin olarak ve her seferinde daha çok acıyı deneyerek, daha çok mahvederek devam ediyor.
Ama “en son” biliyor ki, döndüğünde o “en son” hep orada oluyor.
Yanılıyor…!!!
Derken bir gün bıraktığı kalbe, o hatalı oyundan kısa bir süre sonra, “en son”una geri dönüyor…
Kapı açılmıyor, perdeleri kapalı buluyor. Kapının altından gene umutsuzluk kokuyor…
Mahvediyor…
Bu “en son”lar sonunda kalp, her seferinde öğreniyor ki, bir sonraki en son geliyor ve bu en sonu unutturuyor. Sonra kalp, “en son”lara olan duygularını yitirmeye başlıyor, ne kadar içeriyi temizlerse temizlesin, havalandırırsa havalandırsın içerisi ilk “en son”larla olduğu gibi temiz olmuyor.
Artık ilişkilerden keyif almıyor.
Anlıyor ki, her “en son” aslında aynı.
Ve “keşke diyor,… Keşke gerçek en son, o ilk en son olsaymış”.
Çünkü gerçekte “en son”, insanın kendi kalbinde yatıyor.
Kalbiniz fazla kirlenmeden, “en son”unuzu bulmanız dileğiyle aşkla kalın…
Ve haftanın reytingi yüksek, sosyal “mecra” paylaşımlarım…
- Bir kadın atasözü der ki; düzenli olarak fırçaladığınız takdirde, diş geçiremeyeceğiniz kimse yoktur.
- Dünyada her 4 kişiden birinin Facebook hesabı varmış… Türkiye’de her 1 kişinin 4 tane hesabı var. :)
- Kendinize; mutluluk peşinde değil, sizin peşinizde koşan bir hayat arkadaşı seçin ki mutsuz olduğu günde sizi yarı yolda bırakmasın.
- Işığı önüne al, yürü… Gölgen arkandan ister gelsin, ister gelmesin.
- İstediğiniz kadar bağırın, çağırın. Susan birini yenemiyorsunuz…
- Problemleri, onları yaratan kafamızla çözmeye çalıştığımız sürece sonumuz hep mutsuzluk olacaktır.
- Aşk, eksilerden çok artılara odaklanmaktır…
- Öyle anlar olur ki, kalbinin içindekini kimseye anlatamazsın… Anlatsan da kimse anlamaz zaten.
- Birini sevmenin en kötü günü, onu kaybettiğiniz gündür.