AYIN UYANIK PERSONELİ
Yer, İstanbul Anadolu Yakası’nın ennnnnnn prestijli otellerinden “İstanbul Marriott Hotel Asia”… Olayın kahramanı, otelin giriş katında bulunan “49 East Lounge”deki üstü başı dağınık tombiş servis personeli… Kandırılmaya çalışılan, “Saf çocuk” Kalust…
11 Nisan günü Marriott’ta toplantım için beklerken, bahsi geçen servis personelimden filtre kahve istiyorum. Cevap “Filtre kahvemiz yok, Americano vereyim”…
Yahu bari “Americano’yu sulandırayım da filtre kahve taklidi yapsın de be kardeşim; ‘Americano vereyim’ ne!”
Safım ya… “Müdürünüzü çağırın lütfen, soralım bakalım Anadolu Yakası’nın en iyi beş yıldızlı otelinde nasıl filtre kahve olmuyor” diyorum… Tombiş kardeşim atlıyor hemen; “Filtre kahve var da bayat, beş dakika beklerseniz yenisini yapayım”…
Olmadı ama Marriott!
AYIN LEZZETLİSİ
Nişantaşı’nda Amerikan Hastanesi’nin otopark sorunu yıllardır çözülememiştir. Civardaki otoparklar, önü arkası, sağı solu hep doludur. Ben de ne zaman Amerikan Hastanesi’ne gidecek olsam Nişantaşı’nda bir otoparka arabamı park eder ve hastaneye kadar yürürüm.
Geçenlerde de bir yakınımı ziyarete gitmek için güzergâh üzerinde yürürken gözüme bir pastane çarptı. Vitrini renkli mi renkli ve daha önce görmediğim envai çeşit tatlısı, kurabiyesi var. Hemen daldım içeri. İlk sorduğum kurabiyelerin fiyatları oldu. Barbaros Yüksel isimli bir beyefendi geldi yanıma. Üç yıldır bu işletmenin sahibiymiş. Dedim ki “Barbaros Bey gibi ‘pastacı!’ olmaz, var bu işte bir gariplik”, hemen dışarıdaki masalardan birine oturtup başladım Barbaros Bey’e imtihana…
Önce genel değerlendirmemi yazayım, sonra size “La Vita”yı anlatayım ki haksızlık olmasın… Eğer La Vita şimdiki yerinde değil de İstinye Park AVM’de olsa, Türkiye’nin en ünlü “patisserie”lerinden biri olur…
Hastane ziyaretimi yarım saat öteleyip Barbaros Bey’e sordum, “en güzel tatlınız nedir?” diye… Cevap “Tiramisu”… Ennnnn gıcık olduğum cevap… “Tiramisu nedir, evde ben de yapıyorum!” ama La Vita’nın tiramisusu bir ayrı… Anlattıklarımı bire bir gözlerimle gördüm, bilginize!
Hani Tiramisu tarifindeki “Labne” peyniri vardır ya, o aslında Labne değil İtalyanların hafif şekerli krem peyniri “Mascarpone”dir. Yağ oranı % 80 civarında olan “Mascarpone”nin tadı, peynirden çok bizim halis muhlis kaymağımıza benzer… Krem peynirin biraz daha akışkanını düşünün yani… Tiramisunun kakaosu mu, o da yerli değil orijinal Belçika kakaosu!
Sıradaki tatlı? O da bildiğimiz milföy! Ama milföy de bildiğimiz milföylerden farklı… Kreması; kremadan çok muhallebi tadında, ağzınızda bir yağ tabakası oluşturmuyor ve yerken içindeki sütün tadını alıyorsunuz…
Bu arada milföy de Tiramisu da 8.-TL, çay 2,5.-TL
Notlarımı aldıktan sonra Barbaros Bey’le, hesabı ödemek üzere içeri giriyorum ve bana sihirli cümleyi söylüyor; “Foursquare’de müşterilerimizin yazdığına göre…” Şaka mı bu? Türkiye’nin yüzlerce işletme sahibini tanımışım, yüzlerce mekânını yazmışım! Allah’ıma şükürler olsun birisi daha “Foursquare” kelimesini kullandı…
Bakın, müşteriler çok mecbur kalmadıkça işletmeyle polemiğe girip yüz yüze memnuniyet ya da şikâyetlerini dile getirmezler ama sosyal medya öyle mi, yaz gitsin…
Dolayısı ile işletmeler için sosyal medyada müşterilerinin yazdıkları çok önemlidir, hele hele gıda sektörü için Foursquare önemli ötesi…
Barbaros Bey bunun önemini kavramış, hani ilk başta demiştim ya “Barbaros Bey gibi ‘pastacı!’ mı olur” diye… Haklıymışım, olmaz…
Uzatmadan devamını da söyleyeyim… İçerideki kurabiyeleri, tatlıları, kekleri diğer pastanelerde bırakın tatmayı, benzerlerini görme şansınız bile yok.
Barbaros Bey’i tebrik ediyor ve en kısa zamanda yeni şubeler açmasını şiddetle rica ediyorum…
AYIN “QUZU”SU
Quzu, Etiler Nispetiye Caddesi üzerinde İstanbul’un en popüler mekânlarından biri haline geldi…
Neden “Haline geldi” diyorum? Çünkü ben Quzu’ya uğradığım zaman Şubat ayının başıydı ama yazmak bir türlü kısmet olmadı…
Bana bir servis personeli “düşmüştü”… Sırf bu personeli yazsam, bir tiyatro oyunu senaryosu çıkartırım… Komik mi komik… Sipariş ettiğim kuzu etinin özelliğini soruyorum; kuzunun yetiştiği iklimi, kuzunun yediğini içtiğini, parçalanma şeklini el hareketleri desteği ile anlatıyor… Eleştiri değil bu, gayet de hoşuma gitti… Tarzı bu arkadaşın…
Kuzu antrikot sipariş ediyorum, bir de Coca Cola Zero… Kuzu antrikot 32.-TL, Coca Cola 10.-TL…
Bu arada pilavlarını soruyorum, epeyi büyük porsiyonlarmış… Ben de servis personelim büyük porsiyon dediği için aklımdan “Kim bilir ne kuzu gelecek, zaten doyarım… Pilava gerek yok” diye geçiriyorum… Gelen kuzunun fotoğrafı yanda… Kemiklerini çıkartın, abartısız bir lokma et!
Hani derler ya “Bir buçuk olsun mu abim!” diye… Quzu’da doymak istiyorsanız, bir buçuk ne ki “Dört porsiyon olsun abim!”…
Acika, patlıcan salatası, tandır ekmeği, vs. vs… Sıralayıp durun… Tatları gayet iyi ama önemli olan parasını ödediğim yemekle doymamış olmam… Bahşişi ve Vale ücreti ile cebimden çıkan para 70.-TL sonuçta…
ANADOLU’DA KAHVALTI UYARISI
Geçen hafta Instagram profilimde sabahki diyet mönümü paylaşınca, diyette olan başka bir arkadaşım yandaki fotoğrafları yolladı bana… O da diyetteymiş ve WhatsApp’tan yazmış “Bak kardeşim millet Anadolu’da ne kahvaltı ediyor” diye… Yerin önemi yok, fotoğraflar ünlü bir kahvaltı tesisine ait…
Aradan 15 dakika geçmeden fotoğrafları yollayan arkadaşım aradı beni… Tesiste tartışma çıkmış ve konuyu yazmamı istedi. Benzer sorunu daha önce başka konaklama tesislerinde ben de yaşadığım için isim vermeden yazıyorum, çünkü “Amaç bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek”.
Arkadaşım bir Türk Kahvesi içiyor ve hesabı istiyor. Hesap 22,5.-TL…
İtiraz ediyor tabii ve hesabı 20.-TL’ye “indirip” tekrar getiriyorlar…
Tekrar itiraz ediyor ve kahvaltı etmediğini söylüyor ama bu tarz konaklama tesislerinde kahvaltı açık büfe ve o kalabalıkta kimin ne yediğini denetlemek çok zor… İşletme de kendine göre haklı ama arkadaşım daha haklı… Neyse, arkadaşım bu haksızlığı kabullenemiyor ve güvenlik kamerası kayıtlarına bakılmasını talep ediyor…
Maalesef kamera da yok… Kavga dövüş derken 10.-TL’yi ödüyor ve tesisten ayrılıyor…
Dediğim gibi “Tesisin adı çok önemli değil”… Ama Anadolu’da bir konaklama tesisine girdiğinizde benzer bir sorunla karşılaşabileceğinizi bilin…
AYIN HÜNKÂRI
Hünkâr denince tabii ki yemek de Hünkâr Beğendi…
Yapılışı çok basittir bu yemeğin… Patlıcanlar közlenirken etlerinizi pişirirsiniz. Biraz uzun sürer hazırlaması ama evde de misafirlerinizi ağırlamak için kullanabileceğiniz oldukça keyifli ve doyurucu bir yemektir.
Yalnız hünkâr beğendinin etinin ve patlıcan püresinin hazırlanışında birkaç püf noktası vardır.
Öncelikle etler yumuşacık olmalıdır. Eğer etlerinizin sert olduğundan şüpheleniyorsanız 1 kg ete 1 su bardağı süt ekleyin (sütü etinizin miktarına göre orantılayabilirsiniz). Yine 1 kg et için 1 adet soğanı ince ince keserek etin aralarına yerleştirin. Kullanacağınız süt ve soğanın içerisindeki asitler etteki sinirleri çürüterek yumuşamasını sağlayacaktır.
Patlıcanları közlemeden önce suyunun buharlaşması için bıçakla delikler açın. Bir de fırında közlemek pratik gelse de fırın patlıcanlarınızı hem karartır hem kurutur. Patlıcanlarınızı tamamen kuruyana kadar değil yumuşayana kadar közleyin ve kolay soyulması için közledikten sonra streç film ile kaplayın. Son olarak da közlenmiş patlıcanları suyun altında yıkamayın çünkü o kadar zahmete girip közlediğiniz patlıcanların o iştah açıcı köz kokusu kaybolur.
Kanyon AVM’de bulunan Konyalı, Türk ve hatta Osmanlı mutfağının piridir. Hünkâr beğendiyi de isimlerine layık bir şekilde yapıyorlar. Fiyatı 35.-TL
Ağzınızın ve kalbinizin hep tatlı olması dileğimle… Sevgimle kalın…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.